Ridley Scott un 1979 yapımı Alien filmini ilk defa show tv de öğle kuşağında seyretmiştim. Alien gemiye girmeyi başardı ve kan gövdeyi götürdü. Fakat grubun zayıf halkalarından Ripley bir türlü ölmüyordu. Filmin o yaşlarda bana tanıdık gelen yüzü John Hurt bile telef olurken Ripley yaradana sığınıp hep paçayı kurtarıyordu. Bu durum korku ve gerilim filmlerinde sona kalan kadın figürünün önünü de açtı. Bu filmde Ripley mücadele ettikçe güçlenirken hayatta kalma durumu yolunu açtığı filmlerin aksine olağanlaşıyordu. Yani Alien abimizin bir kusuru yoktu. Ripleyde şeytan tüyü ve hayatta kalma yeteneği vardı.
O dönem Alien nasıl nefesimi kestiyse açıkçası bilgisayar ekranımdan seyrettiğim Prometheus ta nefesimi kesti. Sinemada görmediğime oldukça hayıflandım. Zaten ne zaman bir ekip yeni bir şeyler bulmak için bir uzay gemisine toplansa benim nazarımda film zaten +1 ile yola çıkıyor demektir. O gemide ben de oluyor sona kalan kadınla cangılın ortasından ben de topukluyorum. Prometheus oldukça etkileyici bir film. Ekibimiz bizi yaratanlar ya da atalarımız hakkında geçmişten izler bulup izlerin işaret ettiği gezegene gidiyorlar. Ummadıkları bazı durumlarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu defa kahramanlar şaşırtıcı şekilde herkesin merak ettiği soruları sormayı başarıyorlar. Ama cevaplar için ikinci filmi beklemeliyiz. Klostrofobik bir gemi, neye hizmet ettiği bilinmeyen tekinsiz bir android, abartılı bir şekilde yaşlandırılmış guy pierce, kompakt ama son derece gelişmiş bir teknoloji. Güvensizlik meselesi biraz daha vurgulanıp gemi daha da kasvetli hale getirilebilirdi. Ayrıca yapının haritasını çıkaran köpeklere de bayıldım. Bu tip fütürist filmlerin aslında jules verne romanlarından farkı yok. Filmin Alien serisine çaktığı selam da filmin sonunda haaa öylemiymiş fısıltılarıyla taçlanıyor. Seyredin seyrettirin. Enfes.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder