Bünyamin yıllarca kurduğu zenginlik hayallerini gerçekleştirmişti.Artık Türki Cumhuriyetlere tekstil makineleri satıyor hatırı sayılır paralar kazanıyordu.Hiç evlenmemiş hatta buna teşebbüs bile etmemişti.Tek bir hayal için tek bir amaç için hayatını para kazanmaya adamıştı.Dünyanın en büyük açık hava gösterisi onun eseri olacak bütün dünyayı kendine hayran bırakacaktı.Bu gösteri yaklaşık 2 saatte bitecekti.Bunu sadece kendisinin seyredecek olması onun bencil ve acımasız ruhunu daha da kamçılıyordu.İstiklal caddesinin tam ortasındaki eski yapının çatısından bacaklarını sallandırmış aşağıyı seyrediyordu.Eğer yürüyenler kendisini görmüş olsalardı intihar vakası eğlencesi caddeyi şenlendirirdi.Oysa orda yürüyenlerin bambaşka amaçları bambaşka uyuşmuşlukları vardı.Bünyamin herkesi tek tek incelemeye çalışıyordu sokaklara dağılan dükkanlara giren kırmızı şapkalı adamları da sadece o farkediyordu tepeden.Aşağıda Bünyaminin sağa sola sessizce hareket eden tam 800 adamı vardı.
Mavi giysili polis memuru taksim meydanında önü bariyerli garip kamyonları gördüğünde önce şaşırdı sonra onlara doğru gidip yasak olan bölgeyi terketmelerini söylemeye karar verdi.Ama amiri bunu yapmasına izin vermedi.Kamyonlar meydanda yapılacak bir gösteri için özel izinle oradaydılar.Gösterinin niteliğinden herkes habersizdi ve aslında ilgilenmiyorlardı da.Kamyonlar yavaş yavaş sağa sola dağılmaya başladılar, sayıları giderek azaldı.Bu meydandakilerin ilgisini tamamen dağıttı.
Gizem o gün hergünkü gibi istiklaldeydi.Bişeyler atıştırıp sonra da son çıkan albümlere bakacaktı.Ayağındaki beyaz konverslere bakıp kirlendikleri için hayıflandı.İstanbulun heryeri yaşadığı yer gibi tertemiz olsaydı böyle olmazdı diye düşündü.Oturduğu sitenin temizliğinden özel bir şirket sorumluydu ve her yer tertemizdi.Babasının özelleştirmeyle ilgili söledikleri kulağında çınladı.Belediyeleri de özelleştirseler dedi içinden.Birkaç gönüllü sivil toplum örgütü caddede gazete satıyordu, onlara küçümseyerek baktı.Sonra birkaç adamın onları caddeden çıkarması yüzünü güldürdü.Filmler güzeldi,video oyunları güzeldi,kankileriyle sohbet etmek güzeldi,modayı takip etmek güzeldi,babasının ona ilk arabasını hediye etmesi güzeldi.Sosyal kavramlar ona boş geliyordu para her hayatı güzelleştirebilir güçteydi.Çok arkadaşı vardı istediğini yapabilir istediği yere gidebilirdi.Babasının parası ona mutluluk veriyordu.Irakta olanlar ıraklıların sorunuydu.Amerikayla iyi geçinselerdi Kuveyt'e girmeselerdi bunlar olmayacaktı.Amerikanın müttefiki olmak Gizemi gururlandırıyordu.İşte bu yüzden kendisi konvers giyebilirken Iraktaki yaşıtları bundan mahrum kalıyorlardı.Bir mağazaya girmek isterken kapıdaki iri kıyım bir adam tarafından durduruldu.Geçici olarak mağazanın kapandığını söleyen adam kapıyı da gizemin yüzüne kapadı.Gizem İstiklalin ara sokağında önü çelik düz bariyerli bir kamyonun sokağı kapadığını gördü.Artık sokak yoktu düz bir bariyer sokağın giriş yolunu tamamen kapatmıştı.Aniden binaların tepelerinden dev spotlar aydınlık İstiklal caddesini ışığa boğdu.Dev bir sahneye çevirdi.Ve güçlü Montagues and Capulets resitali dev hoparlörlerden caddeyi inletti.İnsanlar olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.
Gizem Caddenin girişini görebiliyordu.İki dev siyahlik caddeye girmiş ve yolu boydan boya kaplamıştı.Dikkatli bakınca bunların iki dev silindir olduğunu anladı.Çığlıklar caddede uğuldadı.Ardından makineli tüfek sesleri gelmeye başladı.Silindirler resmen çığ gibi insan kütlelerini ezip geçiyorlardı.Çığlıklar, uğultular, inlemeler ve panik caddeyi birbirine katmıştı.Gizem kalabalığı yararak tünel tarafına koşmak istedi.Bir süre ilerledikten sonra ordan da iki silindirin geldiğini farketti.Kapana kısılmışlardı.Dükkanların tamamı ve ara sokak girişleri kapalıydı.İnsanlar yer daraldıkça birbirinin üzerine çıkmaya başladı.Panikle birbirni ezenlerin aklındaki tek düşünce kurtulabilmekti.Binalara tırmanmaya çalışanlar makineli tüfeklerle vuruluyorlardı.1812 overtürü çalmaya başladığında,Gizem tam ortada binanın tepesinde birini gördü.Bünyamin kahkahalar atarak sigarasını tüttüryordu.Gösterinin keyfini tek çıkaran oydu.Cadde boyunca yerler ve duvar kanla boyanmıştı.Gizem caddede devriye görevi yapan iki polisin silindirlere ateş ettiğini gördü ama silindirler yenilmez canavarlar gibi herşeyi ezip geçiyorlardı.Zavallı devriyeler de telef olmuşlardı.Bu korkunç gösteri tam 1.5 saat sürdü.Binlerce insan çok sevdikleri İstiklal caddesinin taş döşemeleriyle akraba olmuşlardı.Gizem de silindirlerden nasibini almış herzaman istediği inceliğe ulaşmıştı.İki silindir caddeyi katedip burun buruna gelince Bünyamin derin bir iç geçirdi"Bunu tekrar yapmalıyım".Şeytani bir sırıtış yüzünü gerdi...
22 Eylül 2007
6 Ağustos 2007
spaceknıght rom

Hikayemiz Galador adında refah içindeki gelişmiş bir uygarlıkta başlıyor.Galadorlular aklınıza gelebilecek en ütopik toplum.Liderleri bütün iyi niyetiyle ortaya parlak bir fikir atıyor.Birikimlerini diğer uygarlıklarla paylaşmalarını teklif ediyor.Saga sola filolar yolluyorlar.Bu filolardan biri Kara Nebula adlı karanlık bir galaksiye gidiyor.Orda da hikayemizin kötüleri Darkonlar yaşıyor.Darkonlar çok adi bir ırk.Galadorun iyi niyetli filosunu yok etmekle kalmıyorlar Galadoru da yağmalamak için harekete geçiyorlar.Bahtsız Galadorlular boş durmayıp düşmanı karşılamak için halktan gönüllüleri, büyük savaştan sonra eski hallerine döndürmek şartıyla yarı robot yarı insan süper şovalyelere dönüştürüyorlar.Tabi uzay şovalyeleri düşmanı bozguna uğratıp darkonları çil yavrusu gibi dağıtıyorlar.Darkonlar bozgundan sonra diğer gezegenlere kaçıp saklanıyorlar.Galador şovalyelere Darkonların kökünü kazımak gibi son bir görev daha veriyor.ROM 200 sene sağda solda darkon avladıktan sonra en sonunda dünyaya geliyor.Tabi bu sürede dünyadaki darkonlar insan kılığına girip devlette önemli kademelere gelmişler iyice kök salmışlar.Örneğin Amerikan savunma bakanlığı bunları ellerinde.
Biraz da ROM dan söz edelim.ROM en güçlü uzay şovalyesi kabul ediliyor.Analizatör(Maddelerin gerçek yapılarını gösteriyor yani darkonları insanlardan ayırt etmeye yarayan silah) ve Nötralizatör(Darkonları limbo denen bir boyuta sürgün eden silah) isimli iki silahı var.Nötralizatörle darkonlara ateş edince insan bedenleri kavrulup küle dönüşüyor ama gerçek bedenleri limboyu boyluyor.ROM dünyaya inip darkon kızartmaya başlayınca Darkonları kendileri gibi gören insanlar Rom'a karşı pek sempati beslemiyorlar.Rom aslında uğrunda savaştığı insanlarla da uğraşmak zorunda kalıyor maalesef.Hikaye böle devam ediyor.
Kalite olarak muazzam bir çizgiroman serisiydi ROM.Ama ilk çıkan sayının yukarıda yayınladığım kapağına bakınca(evet basbayağı führer selamı) Şovalyelerin kimi Darkonların aslında kimi temsil ettiği konusunda insanın aklı karışıyor.Özellikle ROM un kalitesine rağmen MARVEL tarafından hasır altı edilmesi bu teorimi güçlendiriyor.Bütün salak karakterlerin filmini yapan stan lee ROM u neden yok sayıyor?Oysa mükemmel bir hikayesi var.
Acaba MARVEL yıllarca farketmeden neonazi propagandası yapan bir çizgiroman mı yayınlamıştı?
Çizgiromanların sembolik ifadelerle insanlara bazı şeyleri (x-men deki mutantların eşcinselleri temsil etmesi gibi) aktarmak istediklerini biliyoruz.
Çocukken farkedemediğim bu sembolik anlatım gerçek mi?Eğer düşündüğüm şekliyle gerçek örtüşüyorsa hitlerin 1975 senesinde Amerika'da 1.5 tonluk dev bir savaş robotu varmış...
2 Temmuz 2007
zeytinyağı

Zeytin ağacının insanlık tarihindeki yerini kavrayabilmek için, bundan 39 Bin yıl öncesine uzanmak gerekiyor. Zeytin ağacına ilişkin bugün elimizdeki en eski veri, Ege Denizi’ndeki Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik çalışmalara dayanıyor. Bu çalışmalarda 39 Bin yıllık zeytin yaprağı fosilleri ortaya çıkarıldı. Kuzey Afrika’daki Sahra Bölgesi’nde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda ise Milattan Önce 12 Bin yılına ait zeytin ağacı bulgularına rastlandı. Ancak, ilk zeytin hasadının ne zaman ve hangi uygarlık tarafından yapıldığı bilinmiyor.
Zeytinyağı kültürünü Akdeniz’e yayan Giritliler.
Tarih, zeytinyağı üretimine ilişkin en belirgin izlerin Akdeniz’in tam ortasındaki Girit Medeniyeti’ne, Milattan Önce 4500 yıllarına dek uzandığını gösteriyor. Zeytinyağı kültürünün Akdeniz’deki diğer kavimlere yayılmasında en önemli rolü Giritliler oynadı. Hem de yaklaşık 3000 yıl boyunca. Güçlü ticaret filolarına sahip Giritliler'in gerçekleştirdiği zeytinyağı ticaretinin günümüzdeki en canlı tanıkları, Knossos ve Faistos saraylarının yıkıntıları arasında bulunan 2 metrelik zeytinyağı küpleri. “Pithoï” denilen bu dev küplerle beraber bulunan tabletlerde ise, o günkü zeytinyağı ticaretinin nerelere yapıldığını ve zeytinyağının nerelerde üretildiğine dair bilgiler yer alıyor.
Anadolu...
Aslında, zeytinyağı kültüründe, Anadolu coğrafya olarak hep vardır. Ama ön planda görünen ise Ege’nin karşı yakasıdır. Çünkü, Homeros’un Batı Medeniyeti’ndeki tartışmasız ağırlığından ötürü, zeytinyağı kültürünün merkezine sürekli olarak Antik Yunan yerleştirilir. Ve Helen Medeniyeti’nin sadece Ege’nin karşı kıyısını değil, Anadolu coğrafyasını da kapsadığı unutulur. Milet’in, Efes’in, Foça’nın, Klazomenai’nin (Urla), Erythrai’nin, Assos’un, Anadolu’da olduğu ihmal edilir.
Ağacı
Zeytin ağacı (olea europea), narin bir ağaçtır. Ağır ve zahmetli büyümesine karşın oldukça uzun ömürlüdür. Bir zeytin ağacının ortalama ömrü 300-400 yıldır. Ancak bin, hatta 3 bin yaşında zeytin ağaçlarına da rastlanmıştır. Bu nedenle, zeytin ağacının adı, mitoloji ve botanikte “ölümsüz ağaç”tır.
Derinlere uzayan kökleri sayesinde kalkerli, çakıllı, taşlı ve kurak topraklarda yetiştirilmeye elverişli olan zeytin ağacı için en verimli ortam, yazları sıcak, kışları ise ılıman geçen iklimlerdir. Çünkü zeytin ağacı, ışığı, güneşi ve 15° C üstündeki sıcaklığı sever. Yıllık ortalama 220 mm yağış, zeytin ağacının verimli bir şekilde büyümesi için yeterlidir. Zeytin ağacı genellikle rakımı düşük coğrafyalarda yetişir. Ancak denizden 1000 metre yükseklikte de zeytin tarımı yapılabilmektedir.
Çalı görünümündeki zeytin ağacının yapraklarının üst yüzü koyu, alt yüzü ise gümüş rengindedir. Yapraklar, mükemmel bir düzen içinde, dalın iki tarafından karşılıklı olarak çıkar. Ortalama 40 - 50 cm. genişliğindeki gövde çürümeye karşı çok dayanaklıdır. Ağaç yaşlanınca, yamrulardan gelişen yeni uçlar gövdeyi tazeler. Ortalama boyu 4 - 10 m. olan zeytin ağacı bir yıl bol, bir yıl az ürün verir. Çiçek verme mevsimi kuzey yarım kürede Nisan - Haziran ayları arasındadır. Yeşil zeytinler, Ağustos ayı sonundan Kasım ayı başına kadar olan süre içinde olgunlaşır.
Hasadı
Zeytin hasatında toplama şekilleri binlerce yıldan bu yana neredeyse hiç değişmemiş, asırlar boyunca elle toplama ya da silkme yöntemi kullanılmıştır. Bir de, yere düşmüş zeytin meyvelerini toplama yöntemi vardır. Hasat, Kasım ile Mart ayları arasında yapılır.
Ancak genel yöntem silkmedir. Elle toplamada, sağma veya taraklama yöntemi, yerden toplamada ise merdane veya fırça kullanılır. Günümüzde zeytin hasadında makineden de (sarsma ve yerdeki meyveleri emici ekipmanlarla toplama) yararlanılmaktadır. Uygulamada en fazla emek gerektiren yöntem, elle toplamadır. Saatte en fazla 9-10 kilogram zeytinin toplandığı bu yöntem, meyve sağlam ise en iyi kalitede zeytinyağı üretilmesini sağlar.
Üretimi
Zeytinyağı kültüründe, binlerce yıldan bu yana değişmeyen başka bir gelenek de, zeytinden yağ çıkarma yöntemidir. Bunun nedeni, zeytinyağının, zeytinlerin soğuk presten geçirilmesiyle elde edilmesi ve hiçbir kimyasal işleme gerek duymadan yenilebilmesidir.
İşte bu yüzden, bugün hâlâ Ortadoğu’da rastlanan zeytin üretme yöntemiyle, yaklaşık 6 Bin yıl önceki zeytinyağı elde etme yöntemi arasında hiç fark yoktur: Zeytinler ezilerek hamur haline getirilir. Daha sonra bu hamur sıkılır veya presten geçirilir. En sonunda ise yağ, zeytin meyvesinin suyundan (karasu) ayrıştırılır.
19. yüzyılın başında ise teknolojinin gelişmesiyle hidrolik pres makinelerine geçildi. Bugün hidrolik pres makinelerinin yanı sıra, zeytin hamuruna hiç pres uygulamadan merkezkaç kuvvetiyle zeytinyağı elde etmeyi sağlayan makineler de kullanılıyor. Bunların içinde de en yaygını “kontinü sistemi”.
Kaliteli zeytinyağı elde etmek için: Zeytinlerin, hasattan sonra mümkün olan en kısa süre içinde işlenmesi gerekir. Çünkü zeytin bekletilirse fermante olur, bu ise zeytinyağının kalitesinin düşmesine yol açar. Ancak, zeytinin “bol” olduğu dönemlerde, bekletilme mecburiyeti de doğabilir. Bu durumda işlemeden bekletilen zeytinler, genellikle 20-30 santim yüksekliğindeki yığınlar şeklinde, iyi havalandırılmış ve serin depolarda saklanır.
Türleri
1. Natürel Zeytinyağı
Yeşilimsi sarı renkte, zeytinin kokusunu ve tadını en yoğun, en doğal biçimde muhafaza eden, tabiatın bize sunduğu en kaliteli besinlerden birisidir. Renginin tonu, üretim yerine göre değişir. Endülüs natürel zeytinyağlarının rengi sarıya bakarken, Toskana ve Ayvalık’ta yeşil hakimdir. Doğal haliyle, işlenmeden yenilebilir. Bu tür zeytinyağı, kendi içinde iki kategoriye ayrılır: Sızma ve Natürel.
Sızma Zeytinyağı’nın asit oranı en fazla 1’dir. En makbul zeytinyağı olarak kabul edilen sızma, genellikle çiğ olarak tüketilir. En çok salatalarda kullanılan sızma zeytinyağı, pişmiş sebzelere ya da İtalyanlar'ın yaptığı gibi makarnalara sos olarak eklenebilir.
Natürel zeytinyağı ya da Extra zeytinyağının asit oranı ise yüzde 1-2 arasındadır. Natürel zeytinyağında, daha yoğun bir zeytin tadı vardır.
2. Rafine Zeytinyağı
Asit oranı yüksek olan zeytinyağının, yenilebilir nitelikte olmadığından rafine edilmesi gerekir. Fiziksel rafinasyon işlemi sonrasında elde edilen rafine zeytinyağı, hemen hemen sıfır asit oranına sahip, yağın kalitesini bozan maddelerden arındırılmış bir yağdır.
3. Tip Zeytinyağları
Riviera zeytinyağı olarak bilinen bu yağ, rafine ve natürel zeytinyağların belli oranlarda (yüzde 10 - 20 oranında natürel) karışımından elde edilir. Özellikle yemek ve kızartmalarda kullanılır. Riviera zeytinyağının lezzet ve kalitesini, karışım oranları ve natürel zeytinyağının niteliği belirler. Asit oranı en fazla 1’dir.
Kalite
Kaliteli natürel zeytinyağı üretiminde birçok ideal koşulun bir arada bulunması gerekir. Zeytinyağının tadını ve kalitesini, yöre ikliminden toprağın verimine, zeytinin toplanma şeklinden kullanılan gübreye ve mekanik ezme makinelerinin özelliklerine kadar her şey belirler. Riviera tipi zeytinyağında ise kalite, üretim tesisinin rafinasyon teknolojisi, natürel zeytinyağının yüzdesi ve niteliğiyle doğru orantılıdır. Üretilen zeytinyağının kalitesini belirlemek ise bambaşka bir uzmanlık alanıdır. Natürel zeytinyağında kalite dendiğinde, iki faktör önem taşır. Birincisi, kimyasal analizlerle ölçülebilen asit oranıdır. İkinci faktör ise lezzet ve kokuyu tespit etme ve ölçmedir. Tadım uzmanları tarafından gerçekleştirilen bu işleme “degüstasyon” adı verilir. Tadım uzmanlarının birikimine bağlı olarak gerçekleştirilen degüstasyon, zeytinyağına vurulan kalite damgasının en önemli aşamasıdır.
Bugünü
Türkiye bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu Akdeniz iklimi özellikleriyle İtalya, İspanya, Yunanistan ve Tunus gibi diğer Akdeniz ülkeleriyle birlikte dünyanın önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreticilerindendir. Üretime gelince dane zeytin yoğunluklu olarak Aydın, İzmir, Balıkesir’de yapılıyor. Ortalama 100 Milyon olan zeytin ağacı sayısı da gün geçtikçe de artmakta. Devlet İstatistikleri Enstitüsü araştırmalarına göre, Türkiye’de üretilen zeytinlerin 68’i yağ üretimine ve 28’ide sofrada kullanılmak üzere yetiştiriliyor. Zeytinin ürününü 2 senede bir verdiği düşünülürse, verim alınan senede ortalama 150.000, az ürün verdiği senede elde edilen zeytinlerden ortalama 70,000 ton zeytinyağı üretilmektedir.
Ortalama 850 zeytinyağı fabrikasıyla Türkiye dünyada zeytinyağı üretiminde 5. sırada yer alıyor.
Türkiye bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu Akdeniz iklimi özellikleriyle İtalya, İspanya, Yunanistan ve Tunus gibi diğer Akdeniz ülkeleriyle birlikte dünyanın önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreticilerindendir. Üretime gelince dane zeytin yoğunluklu olarak Aydın, İzmir, Balıkesir’de yapılıyor. Ortalama 100 Milyon olan zeytin ağacı sayısı da gün geçtikçe de artmakta. Devlet İstatistikleri Enstitüsü araştırmalarına göre, Türkiye’de üretilen zeytinlerin 68’i yağ üretimine ve 28’ide sofrada kullanılmak üzere yetiştiriliyor. Zeytinin ürününü 2 senede bir verdiği düşünülürse, verim alınan senede ortalama 150.000, az ürün verdiği senede elde edilen zeytinlerden ortalama 70,000 ton zeytinyağı üretilmektedir.
Ortalama 850 zeytinyağı fabrikasıyla Türkiye dünyada zeytinyağı üretiminde 5. sırada yer alıyor.
Kaynak:KOMİLİ
22 Mayıs 2007
"Vertebra" by Gence AK

Vertebra canlı omurgasını çağrıştırır.Ana taşıyıcısının yaptığı hareket bir yol gösterme niteliğindedir.Yani çizeceği herhangi bir alternatif rota bambaşka bir elemana dönüşmesini sağlar.Her seferinde tek bir rota izler ve bu tasarımcının kontrolünde olur.Plastik elemanlar onu takip eder, dengede kalmasını ve omurganın tamamının oluşmasını sağlarlar.Örneğin çizeceğiniz bir c harfi size basit bir oturma elemanı kazandırır.Malzemeler birbirini tamamlarken, biri gücü diğeri ise dengeyi simgeler ve sağlar.
"vertebra" is a chair model designed with an inspiration from the spinal cord of vertebrates . The flexibility of form and aesthetics of the spine is visible in "vertebra". the vertical metal element at the back is the main element maintaining unity and stabilizing the system. other elements maintaining balance and creating the rest of the chair are made of pressed light plastics. this system enables a variety of different combinations for sitting elements.
30 Nisan 2007
Bir Efsane


BARBAR CONAN
yol uzun ve zorluydu gökyüzü soguk ve gri
yol uzun ve zorluydu gökyüzü soguk ve gri
beyaz ay donmus ölü bir parça gibi bulanik
solgun safakta hirsiz ve fahise kral ve asker
solgun safakta hirsiz ve fahise kral ve asker
savasçi büyücü , sahtekar ve ozan
bu yolda benimle geldiler
rüzgar bilenmis biçak gibi keskindi
islak tuzlu denizlerden eserken
rüzgar bilenmis biçak gibi keskindi
islak tuzlu denizlerden eserken
kuru, siyah iskelet gibi agaçlar
firtinada hayalete benzerlerdi
yasam köpüklü bir sarap benim için
yagma sehvet ve savasimdan olusan
ve ben bu sarabi en keskin tortusuna dek ictim
ben vahsi kuzey topraklarindan
görkem ve büyü ülkelerine gelen savasciyim
çelik,kan ve atesle kazandim
insanoglunun kazanabilecegi herseyi oynadigim kumarda
yasam köpüklü bir sarap benim için
yagma sehvet ve savasimdan olusan
ve ben bu sarabi en keskin tortusuna dek ictim
ben vahsi kuzey topraklarindan
görkem ve büyü ülkelerine gelen savasciyim
çelik,kan ve atesle kazandim
insanoglunun kazanabilecegi herseyi oynadigim kumarda
seytani kendi oyununda yendim
görkem onur pirilti ünve ölümün gülen kafasiyla alay ettim
dövüsülüp öldürülecek düsmanlar vardi
görkem onur pirilti ünve ölümün gülen kafasiyla alay ettim
dövüsülüp öldürülecek düsmanlar vardi
sevilip güvenilecek arkadaslar
sehvetle öpülecek dudaklar
sehvetle öpülecek dudaklar
ele geçirilip firlatilacak zenginlikler
karanlik geceleri senlendirecek sarkilar
karanlik geceleri senlendirecek sarkilar
sabahlara dek içilecek sarap
sonunda geçmise gömülüp
yitirilecekse ne çikar?ben tüm bu zenginliklerden payimi aldim
kazanmak gibi yitirmeyi de tattim
yasamda varolanlarin en iyilerine alistim
mezar derin ve hava soguk
dünya kokusmus küflü beyinle dolu
ve ben tüm degerlerinize baskaldirirken bos inançlariniza gülüyorum.
sonunda geçmise gömülüp
yitirilecekse ne çikar?ben tüm bu zenginliklerden payimi aldim
kazanmak gibi yitirmeyi de tattim
yasamda varolanlarin en iyilerine alistim
mezar derin ve hava soguk
dünya kokusmus küflü beyinle dolu
ve ben tüm degerlerinize baskaldirirken bos inançlariniza gülüyorum.
dünyanin karanlik kavrulmus yüzeyinde
egri yolumuz zorlu topraklardan geçiyor
fakat biz mutlu neseli savasçilariz
daha kolay yollari istemeyiz
düzenbaz ve nefret verici yasamin yazgisi
sag elimde kilicimla çizilirve ölüm benim arkamdan gelir
ben bu tozlu sert uzun yollarda kurudum
ben artik yasli ve güçsüzüm oysa ölüm tüm zamanlar boyunca güçlü
fakat bedenler ölümü tatmak üzere dogdu
yasami korkmadan cesaretle karsiladim
ölüm yaklasirken kaçmalimiyim?yasam ölümle benim yillar boyunca
egri yolumuz zorlu topraklardan geçiyor
fakat biz mutlu neseli savasçilariz
daha kolay yollari istemeyiz
düzenbaz ve nefret verici yasamin yazgisi
sag elimde kilicimla çizilirve ölüm benim arkamdan gelir
ben bu tozlu sert uzun yollarda kurudum
ben artik yasli ve güçsüzüm oysa ölüm tüm zamanlar boyunca güçlü
fakat bedenler ölümü tatmak üzere dogdu
yasami korkmadan cesaretle karsiladim
ölüm yaklasirken kaçmalimiyim?yasam ölümle benim yillar boyunca
oynadigimiz bir oyundu
selam savasçi yigit dostlarim köleler silahsörler ve oynak genç kizlar
ayrildigim yolda gözüm kalmadi
burada son bulur o yol
azrailin kucaginda
selam tanrilar!bos bir gökyüzünün altinda yaninizda neseyle yürüyecegim
günahkar ruhlarin nasil kivranip inledigini
sisko kurnaz papazlardan dinledim
yalniz altin için alip sattiklari o cennette
benim gibi acimasiz bir barbarin yeri varmi?rahipler ve kutsal kitaplariyla birilikte
alevlere dalacagim
cehennemin kizil bogazindan asagiya yürüyecek ve seytanin tahtina oynayacagim
13 Nisan 2007
terörizm hakkında gerçek yalanlar
13.03.2006 tarihinde trt1 de şu anda California valiliği yapan Arnold Schwarzenegger'in başrolünde oynadığı 'Gerçek Yalanlar' adlı film yayınlandı.94 yapımı bu filmi o dönem büyük bir zevkle izlediğimi hatırlayarak anılarımı tazelemek istedim.Film de arnold amerikanın terörle mücadele eden isimsiz bir gizli servisinde ajan olarak görev yapıyor.Filmin bir de iranlı kötü adamları var.Rusya tarafından finanse edilen teröristlerimiz malum davaları için nükleer bir başlıkla amerikayı tehdit ediyorlar.Konu öyle gelişiyor ki ,kahramanımız arnold ,teröristleri bozuk para gibi harcıyor.Tabiri caizse katliam yapıyor.İşin garibi İranlı teröristler film boyunca bir kişiyi bile öldürmüyorlar.Hele kahramanımızın uçakla teröristlerin bulunduğu kata yaptığı saldırı sahnesi akıllara durgunluk veriyor.Yargısız en az 20 kişi feci şekilde can veriyor.Arkasına sığınılan gerekçe kahramanımızın aile bütünlüğü.Ve bize eğlenceli gelmesi gerekiyormuş gibi önümüze sunuluyor.James Cameron 'un eğlenceli,terörist öldürmeceli bu bol aksiyon içeren filminde teröristler o kadar beceriksiz ki bırakın nükleer başlığı aktif hale getirmeyi ellerindeki silahları bile kullanamıyorlar.
Filmin öyle iğreti bir havası varki Amerikanın büyük egosu,özgüveni sanki teröristlere meydan okuyor.Gelin bakalım ama başınıza gelecekler bunlardan farklı olmayacak diyor.
Amerikanın, terörizm kendine dokunana kadar izlediği politika buydu.Arap teröristler önemsenmemesi gereken elleri silahlı aptallardı.Ta ki 11 eylüle kadar.Amerika bunun bedelini ağır ödedi hala da ödüyor.İşin,asıl kanımı donduran tarafı o yıllarda benim ve benim gibi birçok insanın bu filmden zevk almasıydı.Eğlenceli terörizm fikri, acı tecrübeler ve ölümlerle o kadar çürümüş ki filmi şaşkınlık içinde seyrettim.Ve dünyadaki büyük değişikliklere farketmeden tanıklık ettiğimi anladım.Değişen dengeler,ölen insanlar,yoktan varolan ve yok olan ülkeler.Daha büyük değişikliklere de tanıklık edeceğime eminim…
Algılamalar ve farkındalıklar değişiyor. Bu bir gerçek, ama holivud yani Amerika artık bu konuya daha temkinli yaklaşıyor.Artık terörizm eğlencenin yanındaki patlamış mısır gibi tüketilmiyor. Dünyanın,zengin ,patlamaları sadece havai fişeklerde görmüş kentlerinin göbeğinde esmer insanlar hiçkimsenin hiçbirşey uğruna yapamayacağı şeyi yapıp vücutlarına sarılı bombaları patlatmaları artık çok da eğlenceli görünmüyor... Terörizm filmlerin merkezinde oldukça ciddi ve seviyeli olarak işleniyor.Bazı yönetmenler taraf tutmaktan bile kaçınıyorlar.Çünkü olaya doğru düzgün yaklaşan taraf yok.Bu sene oskara Yahudilerin büyük tepkisine rağmen iki intahar bombacısının iç dünyasını işleyen paradise now isimli Filistin filmi en iyi yabancı film dalında aday gösterildi.Karşı tarafta da münih vardı.Bunlar göstermelik değişimlerde olabilir ama tavır asla eskisi gibi olmayacak.
Bir arkadaşımın tespiti çok doğru Amerikanın bu politikasının bedelini sadece kendisi değil tüm dünya ödüyor.
Filmin öyle iğreti bir havası varki Amerikanın büyük egosu,özgüveni sanki teröristlere meydan okuyor.Gelin bakalım ama başınıza gelecekler bunlardan farklı olmayacak diyor.
Amerikanın, terörizm kendine dokunana kadar izlediği politika buydu.Arap teröristler önemsenmemesi gereken elleri silahlı aptallardı.Ta ki 11 eylüle kadar.Amerika bunun bedelini ağır ödedi hala da ödüyor.İşin,asıl kanımı donduran tarafı o yıllarda benim ve benim gibi birçok insanın bu filmden zevk almasıydı.Eğlenceli terörizm fikri, acı tecrübeler ve ölümlerle o kadar çürümüş ki filmi şaşkınlık içinde seyrettim.Ve dünyadaki büyük değişikliklere farketmeden tanıklık ettiğimi anladım.Değişen dengeler,ölen insanlar,yoktan varolan ve yok olan ülkeler.Daha büyük değişikliklere de tanıklık edeceğime eminim…
Algılamalar ve farkındalıklar değişiyor. Bu bir gerçek, ama holivud yani Amerika artık bu konuya daha temkinli yaklaşıyor.Artık terörizm eğlencenin yanındaki patlamış mısır gibi tüketilmiyor. Dünyanın,zengin ,patlamaları sadece havai fişeklerde görmüş kentlerinin göbeğinde esmer insanlar hiçkimsenin hiçbirşey uğruna yapamayacağı şeyi yapıp vücutlarına sarılı bombaları patlatmaları artık çok da eğlenceli görünmüyor... Terörizm filmlerin merkezinde oldukça ciddi ve seviyeli olarak işleniyor.Bazı yönetmenler taraf tutmaktan bile kaçınıyorlar.Çünkü olaya doğru düzgün yaklaşan taraf yok.Bu sene oskara Yahudilerin büyük tepkisine rağmen iki intahar bombacısının iç dünyasını işleyen paradise now isimli Filistin filmi en iyi yabancı film dalında aday gösterildi.Karşı tarafta da münih vardı.Bunlar göstermelik değişimlerde olabilir ama tavır asla eskisi gibi olmayacak.
Bir arkadaşımın tespiti çok doğru Amerikanın bu politikasının bedelini sadece kendisi değil tüm dünya ödüyor.
kime hizmet ediyoruz
Nip-tuck CNBC-E de yayınlanan bir dizi...İzleyenler vardır...2 estetik cerrah var...Genellikle tek sorunları güzel olmak olan insanları güzelleştiriyorlar...Arada reklam amacıyla hayır işleri de yapıyorlar...Ama bu işler genellikle manevi bir hal alıyor...Mesleklerini, hastalarını ve yaşamlarını sorgulayıp duruyorlar...Sonra mesleğimizi düşündüm...Kime hizmet ettiğimizi ve doğru dürüst para kazanamadığımız gibi aslında topluma topluiğnesi başı kadar faydamız olmadığını...Ya rantcı müteahhitlere yada artık onbeşinci evini döşeten zengin vatandaşlarımıza hizmet ettiğimizi...İnsanlardan, mimarlara önyargılı bakmalarından hatta bilmemelerinden dolayı yakındığımızı düşündüm...Bizler insanların içine silikon doldurmaktan başka hiçbirşey yapmıyor ve bununla da övünüyoruz...Mimarın toplumdaki rolü köşe başlarında duran parlak yapılardır...Camlarına bakıp saçlarınızı düzeltebilirseniz ne ala...Hangi star mimarımız herhangi bir bölgenin iyileştirme projesinde yer almıştır?Mesleğiyle ilgili hangi hayır işinde bulunmuştur...Mimarlarımızın dışa açılmasından sözedilen ve övünülen bir forumda içerisi için neler yapılmıştır ında cevapları bulunabilir herhalde...Bildiğim için değil bilmediğim için soruyorum...Biz kime ve neye hizmet ediyoruz?Biz zenginlerin paralarını yüksek yaşam standartlarına ya da gelir getiren binalara dönüştürmek dışında övünülecek ne yapıyoruz?
Ben 25 yaşındayım..Bursa'dan geleli yaklaşık 8-9 ay oldu...Maaşlı çalışıyorum...Belli bir ekonomik ve mimari olgunluğa ulaştığımda içinde bulunduğum yerel yönetimler,vakıflar veya herhangi bir sivil toplum örgütüyle toplum yararına çalışmak isterim...Planlamacılarla ortak projeler geliştirmek isterim...Hatta minicik katkım olursa bile mutlu olurum...Ama şu anda ödemem gereken faturalarım ve ev kiram var ve para kazanmam lazım...Bana daha sıra gelmedi...Ama yok halkının sana ihtiyacı var gel Gence derlerse yardımcı olmaya çalışırım...Paristeki isyanların tek suçlusu le corbusier ilan edildi...Göçmenleri tecrit etmesi büyük bir hata olarak yorumlandı...Ama sonuçta onun bu kararı iyi yada kötü toplumları etkileyen bir karardı ve le corbusier taşın altına elini sokup sorumluluk almıştı...Kisho Kurokawa ,konferansında düşüncelerini net ve tane tane anlattı...Gidenler bilirler...İçinde bulunduğu toplum için neler yapabileceğini,yeni yaşayış biçimlerini,planlamalarını ayrıntılı bir biçimde ortaya koydu...Misal http://www.kisho.co.jp/page.php/197 .Konferans sırasında sorulara büyük bir nezaketle cevap verdi...Ama benim güzide ülkemin star mimarı konferansının ardından yapılarınızın 4 ünde aynı saçağı gördüm kendinizi tekrarlamaktan korkmuyor musunuz? diye sorunca korkuyoruz tabi ehe ehe deyip beni geçiştirdi...İşte benim asıl kızdığım nokta şu ki yurtdışına açılan mimarlar diye sorulunca tabiki x demek ve yanında çalıştığı için kasım kasım kasılmak kendini kandırmaktan başka bişey değil...Ben kimseye kurokawa yada corbusier olsun demiyorum.Bu adamlar birbirlerinin ardından dönem açıp dönem kapatmışlar.Ama toplum için verilen kararlarda, kentleşmede, yaşama şekillerinin biçimlenmesinde eğer mimarlarımız söz söylemezse kim söyleyecek...Toplum bu mimarlara pek farkında olmasa da ihtiyaç duyuyor...Bunun farkında olması gereken bizim mimarlarımız...Gelişen bir ülkede adı üzerinde mimarlar yapılanmaya yardımcı olmalı...Diğer konu ve asıl ana konu mimarlık hizmetinin türkiyedeki tanımı veya deformasyonu...Ben hala şunu savunuyorum ki övünülecek bir şey yapmıyoruz...Topluma bir faydamız yok.Ekonomik yapı bizi toplumun dışına itmiş...Sadece çok para kazanan insanlar olarak tanınıyoruz o kadar...Kısacası ayaklarınızı yerden kesen bu meslek, tombul ve puro içen bir bankerin sırtını dayadığı yastıktan farksız....
İnsanların para kazanmaya tabiki hakları var...Düşündüklerini somut şeylere dönüştürecek kadrolar da kurabilirler...Ama zalimlik olayı mimar,çalışanı,müdahale edebilecek durumda olanlar arasındaki vicdani bir olay...Çalışanlar arasında buna mecbur olduğuna inanan da var iyi mimar olmanın tek yolunun bu olduğuna da.Mesele bence bu insanlara bu gücü, bu etiketi yapıştıran bizlerin onların sorumluluklarını farkedememiz...Üzerine yapıştırılan etiketleri memnuniyetle kabul edip mütevazilik konusunda cimri olan bu insanların sorumluluklarını görmezden gelmeleri...Eğer türkiyenin en iyi mimarları olarak anılmak hoşlarına gidiyorsa ülkeyle ilgili söz söylemeli, fikirlerini ortaya koymalılar...Yapılanmada rolleri olmalı...Hatta devlete parasıyla proje bile üretebilirler...Star mimarlar bizim okulumuzda(uludağ) da inanılmaz boşluklar doldurdular...Ben bazılarından çok şeyler öğrendim...Ama bu topluma genel anlamda bir yarar getirmiyor...Bu boşluğu ihtiyaç duyulan organlar düzenlemeli ve tüm insiyatif serbest çalışanara bırakılmadan sadece nitelikli konuklar üniversitelere gelmeli...Ayrıca okullara gelmeleri kadro kurma konusunda onlara çok yararlı fikirler veriyor...Bürolarına eleman yetiştirip aralarından en olmuşlarını kanatlarının altına alıyorlar...İnsan kaynakları sorununa kökten bir çözüm getiriyorlar..Bu sistem kime daha yararlı siz düşünün...
Fikirlerin temelinde, kime değil nasıl hizmet edildiği vurgulanıyor sanırım.Yanılıyorsam düzeltin.Yani Acarkent villalarının mimari kalitesinin yüksek olması olayı meşrulaştırıyor mu?Ya da bir toplum eğitim merkezi yıkılıp yerine mimari adına yapılabilecek en müthiş alışveriş merkezi yapılsa hangisini daha çok seveceğiz.Yani mimarlık, yaptığımız işi en iyi şekilde yaptığımız da bizi tatmin mi etmeli?Yaptığımız şeyin niteliği mi önemli neye tercih edildiği mi?Ya da yarattığımız şeyin nasıl kullanıldığı bizi hiç ilgilendirmemeli mi?İnsanlar buna aldırmayabilirler.Ama bunlara aldırılmayan bir ortamda yapının cephesinin alüminyum veya taş kaplama olmasının da bir önemi yoktur.Hele ki zeminde temizlenmesi gereken bir ton çamur varken.İnsanlar buna aldırmayabilirler.O zaman mimarlık türkiyede neden bu halde,neden bizi kimse tanımıyor,neden bu kadar elit iken yönetimlerde olumlu yönde bir ağırlığımız yok diye hayıflanmayalım.Ya da ben mimarım,mimarca düşünür mimarca gözlemlerim diye böbürlenmeye de gerek yok.Gözlem yeteneğimiz olsa içinde yaşadığımız topluma sırt çevirme aptallığını göstermeyiz.Ben aldırmamazlığa değil yakınmalara ve yaratılan yalancı toplumlar üstülüğe kızıyorum.Ve ben soruyorum biz mimarlar gerçek olan topluma nasıl hizmet edebiliriz?Gerçekten fikirleri merak ediyor ve bir çıkış noktası arıyorum.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)