Şangay değil Belgrad Ormanları!
11 Nisan 2012
9 Nisan 2012
The Descendants
Film, Matt King'in (George Clooney) mutsuz bir monoloğuyla başlıyor. Sırf cennet gibi bir adada yaşamanın tek başına insanı mutlu edemeyeceğinden ve bunun anakaradaki arkadaşları tarafından anlaşılmamasından yakınıyor. Aslında karısının ölüm döşeğinde olması da bu hissiyatı güçlü şekilde besliyor. Matt aslında pek te ilgilenmediği kızlarıyla da bu yoklukta ilgilenmek zorunda kalıyor ki bu da uzmanlaştığı tüm alanların maalesef dışında kalıyor. Bir çok profesyonel durum için uzman sayılan Matt kızlarının idaresinde çuvallıyor. Buna kızlarına annelerinin öleceği gerçeğini söylemek te dahil. Bir yandan da ailesine ait, bir vakfa bağlı tam 100.000 dönümlük arazinin satışıyla ilgilenmek zorunda kalıyor. Matt bu süreçte karısının kendisini aldattığını öğrenince filmin seyri biraz değişiyor. İnsanlara ölüm kavramından uzaklaşmak ve sadakati irdelemek daha kolay geliyor. Ölümden daha kolay içselleştirebilecekleri sadakatsizlik adeta bir can simidine dönüşüyor. Ölüm kavramı sorgulanamadığından, ölmek ve yalnız bırakma eylemleri hep sadakatsızlık üzerinden cezalandırılıyor. George Clooney takdir edilesi bir performans sergiliyor. Film çok samimi ve içten. Yönetmen Alexander Payne bağımsız film jargonuna sonuna kadar sadık kalıyor. Film bir hesaplaşma ve yüklerden arınma filmi. Belki de arka plandaki Havai, trajedinin dozunu hafifletiyor. En olmadık zamanlarda bile ufak espriler var. Sid karakteri yol yordam bilmeyen adam olarak bu yükü sırtlıyor.
Sonuç olarak filmin final sahnesi her milletten insanın özdeşleşebileceği tarzdan.
Ailecek çok sevdik.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)